Sarıkovanlık, eskiden Provadı/Provadiya/ kazasına, bugün Varna sancağına bağlı altı yüz haneli şirin bir köydür. Doğuduğum, büyüdüğüm köydür. 1877/78 yılları Rus-Türk savaşından sonra kurulan Bulgar Devletine ait olmuştur. İsmi, Sarı Kuvanlık..
Sarıkovanlık, eskiden Provadı/Provadiya/ kazasına, bugün Varna sancağına bağlı altı yüz haneli şirin bir köydür. Doğuduğum, büyüdüğüm köydür. 1877/78 yılları Rus-Türk savaşından sonra kurulan Bulgar Devletine ait olmuştur. İsmi, Sarı Kuvanlık diye yazılır ve söylenir. Bulgarca Medovets adı 1934 yılında verilmiştir. Çok ilginç coğrafi konumu vardır. Karadeniz’de bulunan Varna şehrinin doksan kilometre güney batısında, Kocabalkan’ın doğu eteklerinde, kendine barınaklı ve güvenli bir yuva kurmuştur. Ana kucağına sıkı sıkıya sarılan çocuk misali varlığını sürdürmektedir. Bütün badirelere rağmen, ayakta ve canlı hayatına devam etmektedir. Kavaklı Köprüsü’nü geçer geçmez sağınızda görülür, yaklaştıkça büyür, içine girdiğinizde küçük kasabaya bürünür. Kocaçayır’dan kapısına dayanırsın, birkaç kişi görür veya görmezsin, fakat köy meydanında doluluk ve hareketlilik bulursun.
Güney ufkunda dimdik Kapı Bayırı görünür, arkasında Deli Kamçı Deresi, adı gibi akar. Çok geçmeden Tsonevo Barajına dökülür. Kuzeyinde İstenlik kayaları ve aşağılarda Büyük Kamçı Deresi. Batıda sırtını Mart Çiçeklik, Kalfa, Büyük ve Küçük Güney dağlarına dayamıştır. Kuzeyi ile batısı Şumnu sancağı, güneyi ise Burgas ve Aytos toprakları. Köyümüzün başında, arkasından her sabah güneş doğan, efsaneler barındıran, rüzgarlar estikçe masallar fısıldayan, bayrak gibi Üvek Tepesi göze çarpar. Köyün sembolüdür adeta. Gün geçtikçe suyu azalan, büyük yağmurlarda sellerle coşan, biraz ferah, biraz temizlik saçan, Kavaklı Deresi böler köyümüzü, yükünü Büyük Kamçı’ya bırakır.
Sarıkovanlık, üç ana mahalleden oluşur. Kayın Korusu’ndan aşağılara inen, nüfusun ve evlerin çoğunu barındıran Topçu Mahallesi, doğuda Karşımahalle ve batısında Cura Mahallesi.1989 yılı Mayıs olaylarına ve ak- abinde büyük göçe kadar, nüfusu üç bini buluyordu. Okulunda beş yüz öğrenci vardı. Bugün nüfus ancak bin yedi yüz, öğrenci sayısı ise iki yüz civarında.
Sarıkovanlık’ın kuruluşu Osmanlı döneminde olmuştur. Tam tarihini bilmiyoruz. Tarihi dedelerimizin anlattıklarından ibarettir. Kalıcı taş yapıları yoktur. Sadece eski mezar taşları mevcuttur. Onlara göre 350-400 senelik mazisi vardır. Yazılı hiçbir belge şimdiye dek bulunamamıştır. Arşivleri yeniden taramak gerekir. En geniş araştırmayı köyümüzün ilk tahsilli öğretmeni, Türk Filoloji mezunu Halil Mehmet Salihoğlu yapmıştır. Öğrenci yıllarımda çok dinledim kendisini. Köyün yaşlıları da çeşitli hikayeler anlatırlar.
Eski Ahşap Camii köyün tarihi ile yaşıttır. Köyün ilk yapısıdır. Kendi alanından kesilen ağaç malzemeleriyle inşa edilmiştir. Çok tamirat geçirerek bugünlerine gelmiştir. Köyün anıtıdır. Nasıl, hangi usta tarafından yapılmıştır, bilinmez. Bir belge ve yazı yoktur. Camiin odalarını, küçük balkonunu dolaştım, inceledim, kirişlerini uzun uzun seyrettim, lakin yazı veya rakama rastlamadım. Örülmüş ahşap duvarlarına dikkatle baktım. Tarih izi göremedim.
Bahçesinde yine ağaçtan dikilmiş, biraz ilkel, ama el nuru, teneke kaplı bir minaresi var. Hala ayakta, asırların yüküne direnmektedir. Hayatta kalmanın önemini ve anlamını vurguluyor sanki. Neler neler biliyor! Kim bilir, dili olsa neler anlatır? Merdiveninden çıkarak dedelerimiz ezanlar okumuş, Sarıkovanlık’ın bekası için, dualar etmişler. Keşke bilebilsek! Yazılmayanlar unutulup gidiyor. Tarih bir daha geri gelmiyor!..
İnsanımızın nereden buraya gelip yerleştiğine dair sözlü rivayetler mevcut. Bazı tarihçilere göre buralara Konya tarafından ve Saruhan Bölgesinden ge- lenler yerleşmiş. Önce küçük küçük mahalleler oluşmuş; Yurt Hendeği, Yurt Odası vs. gibi. Büyük olasılıkla bunlar akraba, aile evleri. Hayvancılık ve çiftçilikle geçinmişler. Aynı zamanda bugünkü camii mahallinde, şırıl şırıl akan dere boyunda, zalim mi zalim Sarıca adında bir arı bakıcısı varmış. Çok kovana sahipmiş. Tek başına yaşayan ve arıcılık yapan bu kişi, herkese zulüm edermiş. Bir gün gelmiş belasını bulmuş; biri tarafından vurulup öldürülmüş. Öldürüldüğü yere bugün halk “Domuzun Öldüğü Yer” der.
Çok zaman geçmeden bu güzel çayıra, kovanların olduğu mevkie, mahalleliler taşınmışlar, camii dikmişler ve yaşamaya başlamışlar. Köyün ismi Sarı Kovanlık olmuş. Yani bizim atalarımız buraya geldiklerinde Müslümanmışlar. Tekrar etmekte yarar var; ilk gelenler Müslüman, dilleri Türkçe ve Osmanlı döneminde gelmişler. Bunun en açık delili ve ispatı yer isimleridir; Kalfa, Hacının İvi, Doruk Koru, İstenlik, Köseninkorusu, Şah Veli Çeşmesi vs.
En ufak bir pınar ismi, çeşme, göl- cük, geçit, rivayetler, masallar, anlatım, deyim, atasözü, türkü ve oyunlar, adetler, töreler, ninniler, kıyafet, deyimler, ve bulmacalar hep Türkçedir. Tek sözle; yoğurulduğumuz hamur Türktür. Başka bir soy ve kültür karışımı olsa kesinlikle bilirdik! 1985 yılında isim değiştirme olayların en çetin, en baskıcı zamanlarında, komşu köy Kızılpelit’e gelin giden doksan yaşında dedemin kız kardeşi Hanife halama gittim. Rahmetli halam beni ve çocuklarımı çok severdi. Karşıma aldım, çok ciddi bir şekilde, şu soruyu sordum;
“Halacığım, sen doksan yaşındasın, ananı, babanı, onların anası ve babasını, hatta bir kuşak daha ötesini bilirsin. Sana şunu sormak istiyorum; bizim kökümüz ve dinimizde, bildiğin veya duyduğun, Türklükten başka herhangi bir karışım var mı, yok mu?”
Hanife halam o güzel mavi gözlerini bana dikerek;
“Hayır, öyle bir şey yok! Ben bildim bileli hep Türküz! Atalarımız da öy- leydi!” demişti. Gözleri dolmuş, göz yaşları akmak üzereydi. Kalbi yaralanmış ve incinmişti. Kalktı, namazını kılmaya gitti.
Velhasıl Sarıkovanlık böyle bir köy. Kendine özgü. Özü sağlam olmasaydı 24 ve 27 Mayıs 1989 olayları yaşanır mıydı? Onları daha sonra yazacağım.
Şimdi tarihe dönüyorum. Osmanlı döneminde ve daha sonraki yıllarda genellikle tarım ve hayvancılıkla hayatlarını idame ediyorlar. Fukaraymışlar. Medeniyet merkezlerinden uzak kalmışlar. Elbise kumaş zor bulunuyor. Para gelirleri yok. Para elde etmek için öküz arabalarıyla kırk kilometre ötede Şumnu’da odun satıyorlar. Osmanlı devletine asker veriyorlar. Askere gidenler beş on yılda ancak dönüyorlarmış. Plevne Savaşlarına katılanlar olmuş. Bunlar dedelerimizden duyduklarımız, hiçbir belge bulunmuyor.
1912 yılı Balkan Savaşlarında Bulgar ordusunda geri hizmetlerde kullanmak için arabası olanlar çağırılmış.
1920 yıllarında camiye bağlı Bul- garca ve Arapça dersler verilen dört sınıflık okul açılıyor. Öğretmenler /mual- limler/ medreseden mezun, zahire karşılığı okuma yazma öğretmişler çocuklara. Bu hocalardan Yusuf Hacıoğlu hala saygıyla anılır. 9 Eylül 1944yılı öncesi ve sonrası uzun yıllar öğretmenlik yapan Mehmet Muallim hayatta. Bu yıllarda büyük şehirlerde eğitim gören olmamış. Meşhur Fatih Medresesi’ni bitirip,1950 yılında vefat edene kadar camii imamlığı yapan Şakir Hoca saygıyla yad edilir.
1944 yılında idareye el koyan komünistler ateist bir rejime geçiyor, insanımızın hayatını tamamen değiştiriyor.1957/58 yılında tarlalar ve üretim araçları, öküz ve mandalar dahil, insanların ellerinden zorla alınarak kol- hoz benzeri tarım kooperatifi kuruluyor. Maaş karşılığı herkes devlete çalışmaya mecbur bırakılıyor. İdare sosyalleşmeye ve kendi doğrultusunda eğitime önem veriyor.
İslam kültürünü ve geleneklerimizi hedef alıyor. Gençlerin camiye gitmeleri yasaklanıyor, okullarda Arapça ve Kuran dersleri kaldırılıyor.1958 yılında köyümüzde sekizinci sınıfa kadar okul binası açılıyor. Müfredata göre dersler Bulgarca, haftada sadece dört saat Türkçe okuma ve gramer ver- iliyor.1972 yılında Türkçe tamamen kaldırılıyor. Daha sonra, 1980 yıllarında orta okul, lise seviyesine yükseltiliyor. Sarıkovanlık lisesi büyük Türk şairi Nazım Hikmet’in ismini taşıyan, dünyada tek lisedir. Sekizinci sınıfı veya liseyi bitiren köyümüzün başarılı öğrencileri, dışarda eğitimlerini tamamlayıp, mesleklerini halkımızın hizmetine sunmuşlardır. İlk mezun olanların isimlerini saymak istiyorum İlk bayan öğretmenler; Fatma ve Saniye Murat kızkardeşler, erkeklerden Halil ve Mustafa Mehmet kardeşler, sağlıkta feldşer Celil Ahmet ve Dr Mehmet Yusuf, tarım uzmanı Hüseyin Ahmet v.s. Köyümüzün ilk otobüs şoförleri; Mustafa Sadullah ve İsmail Cura. Köyümüz tarihinde ilk milletvekili seçilen,1976-1986 yılları arasında iki dönem görev yapan Halil İbişoğludur.
1968 yılında köyümüzün futbol takımı ilk defa ilçemizin öğrenci futbol takımları arasında düzenlenen turnuva kupasını kazanmıştır. 1950 yıllarda kurulan tiyatro ve folk- lor grupları büyük başarı göstermişlerdir. Çok sayıda piyesler köyde ve etraf ilçelerde sahnelenmiş, taktir kazanmıştır. 1975 yılında kütüphane ve okuma yurdu binası açılmıştır. En aktif amatör sanatçılarımız Halil İbişoğlu, Cevdet Mustafa, Salim Hüseyin, Tahir Yusuf, Mehmet Şaban, Fatma Murat, Emine Mehmet vs. İlk kadrolu kütüphaneci Meryem Emin’dir.
1980 yılına gelindiğinde okullarda hala Türkçe okunmuyor, yavaş yavaş “Bulgarlaştırılmaya” gidiliyordu. Nihayetinde bütün ülkede 1984/85 kışında isim değiştirme kampanyası başladı.Türk azınlığın kaderi değişti. Bu azınlığın artık Bulgaristan’da yaşama hakkı ortadan kaldırılmış, adalet, hukuk, insan hakları askıya alınmıştı. Türkler yok sayılmıştı. Estirilen “köke dönüş, soya dönüş” politikaları Mayıs 1989 olayları başlayana kadar beş yıl sürdü. Olaylar aniden patlak verdi. 24 Mayıs 1989 yılı sabahı ilk sokağa çıkanlar meydandaki ceviz ağacına çekilmiş bir Türk bayrağı gördüler. Ağızdan ağıza dağılan bu haber, köylülerin meydana toplanmasına, işe gitmekten vazgeçilme- sine sebep oldu. Gelen işçi otobüsleri boş gönderildiler. Saat yedi sıraları gelen em- niyet mensupları bayrağı indirmek iste- diler.
Ağaca tırmanan polis protestolara neden oldu. Coşan kalabalık onu engelle- meye çalıştı. İçlerinden biri; ”İndirme, o bizim bayrağımız!” diye bağırdı. Polis bağıranı tutuklamak için halkın arasından onu çekmek istedi. Halk müsaade etmedi. İtiş kakış meydana geldi. ”Korkmayalım, yürüyelim!” dedi kalabalık. Dalga gibi kabaran insan topluluğu harekete geçti ve koca yürüyüş başladı. Emniyetten gelenler arabalarına binerek kaçarcasına gittiler. Ve dalga yıllarca biriken öfkeyi kustu, korkuyu yendi. Bekçi ve Lopuşna köylerine haberler uçtu. ”İsimleri geri istiyoruz!” ”Türkiye’ye gitmek istiyoruz, açın kapıları!” diye durmadan sloganlar atılıyordu. Yol kavşağında Bekçi köylüler yetişti. Kalabalık arttı. Heyecan ve umutla yükselen insan seli derdine çareler arıyordu. Her şeyini kaybetmiş halk çırpınıyordu. Kimliğini ve ruhunu arıyordu. Var olmak istiyordu, yaşamak istiyordu. Bir nebze özgürlük, insanca nefes almayı özlemişti. Tutunacak bir umut dalı peşindeydi. Ok yaydan çıkmıştı.
Yürüyenler dört kilometre sonra Lopuşna köyüne yaklaştılar. Girişte bir kamyondan inen asker ve polis yolu kesti. Silahlarını önde yürüyen kadınlara ve çocuklara yönelttiler. Kadınlar namluları elleriyle iterek kordonu yarıp geçtiler. Karşılamaya gelen Lopuşna halkı onları kucakladı. Kalabalık daha da çoğaldı, enerjiyle doldu ve ileriye hızla yürüdü. Lopuşna geçildi, Papaz Kuzu aşılıyordu ki, Pirece köylüleri de toparlandılar. Onlar da katkı vermeye hazırdılar. Pirece Meydanı’nda öğrencilerin 24 Mayıs bayram toplantısı vardı. Gelen insan seli toplantıyı içine alarak devam etti. Yeni kitle ile kortej altı bin kişiyi buldu.
Sarıkovanlık halkı artık on iki kilometre yürümüş, çok yorulmuştu. Pireceliler yeni enerji ile; ”Burgas Türk konsolosluğuna yürüyelim!” dediler. Burgas şehri tam yüz on kilometre mesafedeydi. Halk yürümeye kararlıydı, yeter ki, derdine çare bulsun. Beş yıldır acı suskunluk canına tak etmişti. Bağıracak, çağıracak, gerekirse ölecekti! Köyün çıkışında tarım kooperatif alanına gelince kalabalık duraksadı. Buradaki öğretmen ve diğer kanaat sahipleri “miting yapalım” dediler. O yüzden tekrar istekler sıralandı, hükümet politikaları lanetlendi, şiirler okundu.
Yürüyüşü yöneten belli kişiler yoktu. Haliyle, aksamalar oluyordu. Bazıları devam edelim, diğerleri burada bitirelim diyordu. Bu esnada Bulgar polisi Murna kavşağında kararlı bir şekilde müdahale etmeden seyrediyor, mitingi banda alıyor, durdurmak için temsilci gönderiyordu.
Fakat yürüyüş durmadı. Yeni bir hamle yaparak kavşaktan Burgas yoluna girdi. Hedef Türk Konsolosluğu. Öte yandan asker ve polis kesin karar vermiş; protesto yürüyüşü bitmeliydi. Saat altıyı çoktan geçmişti. Konvoy, Deli Kamçı köprüsüne vardığında polis, kortejin içine tavuk yüklü kamyon sokmayı başardı. Yürüyenler ikiye bölündü.
Köprü geçilmez oldu, insanlar durdu. Bazıları dereye inerek karşıya geçti. Ama sıralar bozulmuş, yorgunluk iyice kendini göstermişti, gece yarısı oluyordu. Devam etmek mümkün değildi. Yirmi kilometre yürümüştü. İkna çabaları netice verdi. Yürüyüşe son verildi. Uzlaşı gereği insanlar otobüslerle evlerine taşınacak, soruşturma açılmayacaktı. Dönüş sabaha kadar sürdü.
Sarıkovanlık halkı 27 Mayıs günü tekrar bir Türk bayrağı ile uyandı. Bu kez muhtarlık binası önünde bir ağaca asılmıştı al bayrak. Millet gene tek vücut toplandı meydana. Hareketlilik başladığı an, dışarıdan gelen iki kamyon polis ve asker kalabalığı aniden bastı. Coplar ve dipçiklerle vurmaya başladılar insanlara. “Dağılın, dağılın!” diye bağırıyorlar, ha bire saldırıyorlardı. Birden bir ses bombası patladı. Havada helikopter tur atıyordu. Meydan tam bir savaş alanına döndü. Köylüler etrafa çek- ilerek mevzilendi. Eline geçirdiği taş, sopa, odun parçalarıyla kendini savunuyor, hem saldırıyordu. Dere içinde çatışmalar oluyordu. Polis silahla köylüyü, köylü sopayla polisi kovalıyordu. Düşenler, yaralananlar kan ter içinde mücadele ediyordu. Yaklaşık bir saat sürdü karşılıklı vuruşmalar. Birdenbire iki silah sesi yankılandı O an iki kişi vurulmuş, iki gencecik beden şehit düşmüştü kanlar içinde. Keskin nişancılar vurmuştu Nazife Hasan’ı ve Şakir Mehmed’i. Aynı yerde düştüler, aynı yerde can verdiler; özgürlük için, kendi öz kimliği için.
Silahlar patladıktan hemen sonra insanlar meydanı boşalttı. Ara sokaklara ve kendi güvenli köşelerine dağıldı. Evlerine çekildi, çoluk çocuğun yanına. Köyde olağanüstü hâl ilan edildi. Sokağa çıkma yasağı konuldu. İsyan bastırıldı. Sokaklarda asker ve polis devriye geziyordu. Cesetler ambulansla Varna Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Bir hafta sonra Şakir’in, birkaç gün sonrada Nazife’nin naaşı getirilerek toprağa verildi.
Sarıkovanlık’ ta tansiyon ancak göç pasaportların ver-ilmesiyle düştü. Büyük göç başladı. Eline pasaport alan Türkiye yolunu tutuyordu. Komünist idaresi Türklerden kurtulmayı kafasına koymuştu. Ama hesapları tutmayacaktı. Sarıkovanlık yaşamaya devam edecekti. Türkiye’ye gelenlerin çoğu, altı dokuz ay içinde kendi öz toprağına hasretle dönecek, Jivkov yıkıldıktan sonra, kendi kimliğine kavuşacaktı. Yeni bir hayat başlayacaktı.
Son olarak; Sarıkovanlık tarihi boyunca ilk defa, hükümet ve devlet nezdinde isyan etti, şehit vererek destan yazdı. Belki Bulgaristan’da en uzun yürüyüşü gerçekleştirdi. Türklerin kurtuluşu için katkı yaptı. Kanını döktü. Bulgar halkına hiç saldırmadı. İnsanlık ve kahramanlık sergiledi. Birlikte yaşamanın azmini ve kültürünü g endi halkımızla ne kadar gurur duysak az.
Celil Ahmet Cantürk
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)