Haberler

Koşukavak Turizm’le Orta Asya’nın İpek Yolu’nda

Yahya Kemal Beyatlı’nın “Bir Türk’ün gönlünde dağ varsa; Balkan, nehir varsa; Tuna’dır” diyor. Biz de “Türk’ün gönlünde gezmek varsa; Orta Asya’nın, Türkistan’ı, İpek Yolu olmalı” diyoruz. Son on yıldır Balkan..

Koşukavak Turizm’le Orta Asya’nın İpek Yolu’nda

Yahya Kemal Beyatlı’nın “Bir Türk’ün gönlünde dağ varsa; Balkan, nehir varsa; Tuna’dır” diyor. Biz de “Türk’ün gönlünde gezmek varsa; Orta Asya’nın, Türkistan’ı, İpek Yolu olmalı” diyoruz.

Son on yıldır Balkan seyahatlerinde bir marka haline gelen Gebze merkezli “Koşukavak Turizm” şirketi Kazakista ve Özbekistan’nın Türkiye vatandaşlarına vize uygulamasını kaldırınca, rotayı Orta Asya’ya çevirdi. Meşhur İpek Yolu’nun bulunduğu Türk-İslâm kültürünün merkezi Orta Asya-diyarı Türkistan-biz Türkler’in ocağıdır, yatağıdır anavatanıdır.

Koşukavak Turizm’le Türkistan diyarını bu sefer ziyaret etmek isteyenler Ankara’lı Aykut Hoca’nın “Gezgin Grubu”ydu. Onlara Gebze, Darıca ve İstanbul’dan da katılanlar vardı. Özbekistan Hava Yolları uçağı ile başkent Taşken’te indiğimizde bir haftalık gezi boyunca bizlere refakat edecek partner şirketi çalışanlarından Şöhret ve Melek karşıladılar. Melek, grubun rehberliğini, Şöhret de servis hizmetlerinde görev yapacaktı. Nitekim bir hafta süre kafilenin hizmetinde bulunan bu iki genç Özbek kardeşimizin soyadları gezi sonuna kadar sır kaldı, kimse onlara soyadıyla hitap etmedi. Taşkent’te güzel bir mekânda akşam yemeğinden sonra Kazakistan sınır kapısından geçerek Çimkent’te konaklandı. Sabah kahvaltısından sonra da yolumuz Türkistan bölgesindeki Yesi kasabasınaydı.

ALPERENLERİN OCAĞI – TÜRKİSTAN

Yesi ismi Hoca Ahmed Yesevî’nin adıyla özdeşleşmiş dünyaca ünlü bir yerdir. Hoca Ahmed Yesevî tarikat kurucusu, şair ve din büyüğü olarak Türk dünyasının manevî hayatını etkilemiş nâdir kişilerdendir. Bilhassa Sırderya çevresinde, Taşkent dolaylarında, Seyhun ötelerindeki bozkırlarda yaşayan köylü ve göçebe Türklerin kendisine ve onun tasavvufi tarikatı Yesevîliğe olan tutkunluklarından ötürü, tarihî şahsiyeti efsaneler altında gizlendi, kimliği menkıbelere karıştı. Ahmed Yesevi, İbrahim adında bir şeyh olan babasını yedi yaşında iken kaybetti. Ablasıyle birlikte, Yesi şehrine göçtüler. Burada ilk tasavvuf terbiyesini Arslan Baba’dan aldı. Sonra Buhara’ya giderek zamanın en büyük âlim ve mutasavvıflarından ders gördü. Çağının en meşhur sofisi Şeyh Yusuf-ı Hemedani’nin müridi olarak, onun muhabbetini kazandı. Nitekim şeyhi öldükten bir müddet sonra onun postuna da geçti. Sonra Yusuf-ı Hemedani’ nin eski bir işaretini hatırlayarak Yesiye döndü, ölünceye kadar orada yaşadı. 13. yüzyıl içinde Anadolu’da görülmeye başlayan Bekteşilik, Babaîlik, Haydarîlik hep o millî Yesevîlik tarikatından çıkmış kollardır. İleride Yunus Emre’nin gaybıdan gönderilmiş mürşidi sayılacak olan Hacı Bektaş ile aynı zamanda dinî destan kahramanı olan Sarı Saltuk, sonra Anadolu Ahiliğinin, pirî-mürşidi sayılan Ahi Evren, Osman Gazi’nin ermiş kayınbabası Ede-Balı, Orhangazi’nin mürşidi Geyikli Baba ve daha niceleri… Ahmed Yesevî’nin Anadolu’ya, manevî fetihler için yolladığı, menkıbelerle destekli gerçekler hâlinde söylenen müritleri, akıncıları, halifeleridir.

Rehberimiz Melek hanım, anlatıyor:

“Yesevi’nin Hazret-i Muhammed’e tutkunluğu dolayısıyle onun yaşadığı yıllardan fazla yaşamak istemediği söylenir. Peygamberimiz, 63 yaşında vefat ettiğine göre, o da 63 yaşına gelince kendisine yer altında bir hücre kazdırmış, kalan ömrünü, günsüz güneşsiz, orada tamamlamıştır.

“Benim Tanrım Kudret ile bir baktı
Mesut olup yer altına girdim işte
Garip kulun bu dünyadan geçti gitti
Sırdaş olup yer altına girdim işte”.

Şeklinde yer altına girişini günümüz Türkçesiyle hikâye etmektedir”.

Öldükten 200 yıl sonra bile şöhreti çok büyük olmalı ki, Timur Han, onun Yesi’deki mezarı üstüne, mimarlık şaheseri bir türbe yaptırmak lüzumunu duyar. Türbe, cami ve hânıkahtan ibaret Yesevî makamı, hem din hem sanat abidesi olarak, bugün de Türkistan’ın en kutsal ziyaret yerlerindendir.

Ahmed Yesevî, hem yüksek şahsiyeti, hem büyük teşkilâtçılığı, hem de Hikmetleri ile Türklük dünyasının her tarafına, dolaylı veya açık tesirleri görülmüş nâdir büyüklerimizden biridir.

GÜZELLİĞİN SİMGESİ – TAŞKENT

Kafilemiz buradaki ziyaretinden sonra tekrar Kazakistan sınır kapısından geçip Taşkent’te vasıl oluyor. O gece burada konakladıktan sonra sabah başkent turuna çıkıyor. İlk ziyaret edeceğimiz Emir Timur Han’nın müzesine kadar rehberimiz Melek bu şehirle ilgili bilgi aktarmaya başlıyor:

“Taşkent, Özbekistan’ın başkenti ve en büyük şehridir. Özbekistan’ın doğusunda yer alan Taşkent, Orta Asya’nın da nüfus bakımından en büyük şehirlerinden biridir. Yaklaşık olarak üç milyon nüfusa sahip olan Taşkent eski Sovyet Cumhuriyetleri içinde de dördüncü büyüklüktedir. Tarihin en önemli ticaret yolu olan İpek Yolu’nun üstünde bulunan Taşkent oldukça eski bir yerleşim bölgesidir”.

Özbekistan toprakları 1865 yılında Ruslar’ın eline geçtiğine dikkat çeken rehberimiz, bu ülkenin 1924’ten itibaren Sovyetler Birliği’ni oluşturan on altı ülkeden biri olduğunu ifade ediyor. Özbekistan’nın ne kadar da İkinci Dünya Savaşı’nı yaşamamış olsa da en çok şehit veren ülkelerin başında gelmekte olduğunu anlatıyor. O savaş yıllarında Rus, Belarus, Moldovalı, Ukraynalı, Letonyalı, Kazak, Tatar ve eski Sovyetler Birliği’nin diğer milletlerinden olan 114 bin yetim ve öksüz çocuğun Özbekistan’a sığındığını ve sadece Demirci Şoahmad Şomahmudov ve eşi Bahriye Şomahmudova 14 yetim çocuğu kendi koruma altına alarak, dönemin büyük kahramanları olarak tarihe geçmiş olduklarını da sözlerine ilâve ediyor.

Bu güzel başkentin 26 Nisan 1966’da yerel saatle 05.23’te meydana gelen 8 büyüklüğündeki depremin, şehir merkezinde 10 kilometrekarelik alanda yerleşim birimlerini yerle bir etmişti. 1,5 milyon kişinin yaşadığı kentte 36 binden fazla bina yıkılmış, 300 bin kişi evsiz kalmıştı.

Bağımsızlık Meydanı gezisinden sonra Özbekistan’ın Şehitler Meydanı’nı geçiyoruz. Bu ziyaretimizin ardından da Hz. İmam (Hast-ı İmam) Külliyesine hareket ediyoruz. Burada Barak Han medresesi, Keffal Şâşi türbesi, Hazreti Osman dönemine ait Kuran-ı Kerim’in orijinal mushafını ziyaret ediyoruz. Kökeldaş medresesinden sonra Taşkent metrosuna iniyoruz ve istasyonlarda uygulanan sanatı seyrediyoruz. Akşam yemeğinden sonra iç hatlardan uçak ile Urgenç şehrine uçuşumuz gerçekleşiyor. Gece yarısı Urgenç’ten Hiva şehrine geçerek iki akşam konaklayacağımız otele geçiyoruz.

“GÖKYÜZÜ ALTINDAKİ AÇIK MÜZE”- HİVE

Hive şehri, Karakum çölü merkezinde, Amuderya’nın sol kıyısında Buhara şehrinden 450 km uzaklıkta yerleşen şehir. Hive şehrine “Gökyüzü altındaki açık müze” derler. Şehir Büyük ipek yolundaki önemli kentlerden biriymiş. XVI y.y.da Timur hanedanının başkenti olmuştur. Kentin adı ilk kez 10. yy.’da yaşamış iki Arap gezginin seyahatnamelerinde geçmekle birlikte, arkeolojik bulgular, tarihinin 6. yüzyıla kadar indiğini gösterir. 17. yy’ın başlarında Hive Hanlığı’nın başkenti oldu. 1873’te Rusya’nın kontrolüne giren Hive, Bolşevik Devrimi sırasında Kızıl Ordu tarafından devrilen Hive Hanlığının yerine kurulan Harezm Sovyet Halk Cumhuriyeti’nin merkezi yapıldı. 1924’te Özbek Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlanmasıyla politik önemini kaybetti.

İçan (İç) Kale olarak bilinen surlarla çevrili eski kentte saraylar, camiler, medreseler ve anıt mezarlar var. SSCB döneminde, 1970 ve 1980’lerde uygulanan koruma programı sonucu müze-şehir görünümü kazanmış, 1967’de Eski Hive ve 1990’da İçan Kale UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır. Hive şehri İçan Kale ve Dışan Kale’lerden oluşmuştur. Bugün kale duvarları ve dört giriş kapıları mevcuttur. Yüzyıllardır değişmeden kalmayı başaran ve tipik Ortaçağ kent kimliğini koruyan Hive’de yürüyerek şehir turumuza başlıyoruz. Cuma Camisi, Said Alaaddin Mozolesi, Arab Han ve Muhammad Amin Inak Medreselerini gezip görüyoruz. Turun devamında Allakuli Han Medresesi, Taş Hovli Sarayı, şehirdeki belki de en kutsal mekan olan Pehlivan Mahmud Mozolesi ve son dönem İslami mimari örneklerinden İslam Hoca Minaresi gördüklerimiz arasında yer alıyor. Ayrıca dokuma tezgâhlarında ipek halı ve ahşap atölyelerde çalışanları ziyaret ederek el işçiliğini seyrettik.

KIZILKUM ÇÖLÜ’NDEN BUHARA’YA

Gezimizin dördüncü gününde okulda coğrafya derslerinden adını bildiğimiz Amuderya nehri üzerinden geçip, Kızılkum çölünde Buhara’ya yolculuk ediyoruz. Sonbahar tüm renklerini sergilemişti güzergâhımız boyu. Hele de şu kaysı ağaçları yok mu, ateş kızıllığında adeta yanıyordu. Çölde 3-4 saat süren yolculuktan sonra akşam üzere Buhara’ya ulaşıyoruz.

Zerefşan nehrinin suladığı verimli bir arazide yer alan Buhara’nın adı, Farsça’da “gurur” anlamına geliyor. Gerçekten çölün ortasında yeşillik ve tarihi değerleri ile gurur duyulacak bir şehir. Kuruluşunun 2500. yıldönümü 1997 yılında kutlanmış bu şehirdeki en önemli yapılar, 14. yüzyılda, Timuriler döneminde yapılmış. Tarihi merkezi de UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde.

Yine rehberimizi dinliyoruz. Buhara’nın yaşadığı trajediye şöyle naklediyor:

“Dünyanın en zalim hükümdarlarından biri olarak tarihe geçen Cengiz Han, dünyanın en kanlı ordusuyla Buhara önlerine gelmişti. Karşılarına çıkan her şehri, her kaleyi yıkıp yakarak, ocakları söndürerak yürümüş, nihayet 1220’de Buhara surlarına da­yanmışlar.

Şehir halkı kararsız, şehir meclisi şaşkın, ikilemde kalmışlar. Ama bir karar vermeleri lâzımmış. Çoğunluğun dediği olmuş, teslim olmak kararı çıkmış, kararı bildirmek için Cengiz Han’a bir heyet gönderilmiş. İnançlarına, kü­tüphanelerine, mabetlerine, canlarına, ırz ve namuslarına dokunmamak kaydıyla teslim olacaklarını bildirmişler.

Cengiz Han elçilere ‘Tamam, kabul, şehir halkını kılıçtan geçirmeyeceğim, camileri­nizi, kütüphanelerinizi de yıkma­yacağım. Direnirseniz taş üstünde taş, omuz üstünde baş ko­mam’ diye cevap verir.

Ve Buhara’nın 12 kapısı birden düş­mana açılır. Cengiz Han şehre girer. İki yanında Buharalıla­rın güvendiği Karluk ve Almalık Hanları vardır. Ardında İmam Hacib ve Cafer Hoca yürüyor. Buhara halkı bunları görün­ce ümitlenir gibi olur.

Cengiz Han şehre girdiğinde askerlerini meydanda toplar ve bas bas bağırmaya başlar:

‘Camileri, kütüphaneleri yıkmayın, yakın! Kitapları ır­mağa atın. Direnmeye çalışan herkesi canlı canlı gömün. Kılıç kullanmayın, ne de olsa kesmeyeceğimize söz verdik!’

Kahkahaları neredeyse şehrin öbür ucundan duyuluyor­. Arslan Han daha fazla dayanamadı:

‘Ama, Büyük Kağan, söz vermiştiniz!…’

‘Sö­zümde durmadığımı kimse iddia edemez. Müslümanları öldürmeyeceğim demedim, sadece kesmeyeceğim dedim. Nitekim kesmiyorum, diri diri toprağa gömdürüyorum. Ca­mileri, kütüphaneleri yıkmayacağım dedim, yıkmıyorum, sadece yakıyorum’ cevabını veriyor. O dönemde “ilmin kıblesi” sayılan Buhara cami­leri, türbeleri, kütüphaneleriyle birlikte yanıyor. Bu arada sadece Minare-i Kelan ve bir de cami yıkılmıyor”.

Buhara’da ilk olarak İsmail Samani Hanedanı Türbesi’ni ziyaret ediyoruz. Mihmandarımız Emel Hanım, burası ile bilgi verirken şu özelliğine değiniyor, “Türklerin yaratıcılıkta ve sanatta ulaştığı noktayı göstermesi açısından önemli bir belge. 9. ve 10. yy. arasında inşa edilen bu türbe, Orta Asya’da kurutulmuş tuğladan yapılan en eski bina” .

Daha sonra Çeşme-i Eyüp türbesi, Bolo-Havuz Camii, Ark Kalesi’ni geziyoruz. Leb-i havuz, Taki Telpak Furuşan, Taki Zergeran, Taki Sarrafan Kapali çarşıları, Magaki Attar camii, Cuma Mescidi, Mir Arap Medresesi, Minare-i Kelan’a geliyoruz. Bu minarenin kitabesinde yazılanlara göre, 1127 yılında Karahanlılar tarafından Bako adlı bir mimara yaptırılan Kelan Minaresi, Müslümanları namaza davetin yanında, yönetimin güç ve otoritesini sembolize eden bir özelliğe sahip. Şehre gelen kervanların yollarını kolay bulması için minarenin tepesinde geceleri ateş yakılırmış. Tabanda 9 m, tepede ise 6 m. çapı ve 45.6 m. yüksekliği ile Buhara’nın sembolü haline gelmiş. Minarenin yanındaki Kalon Camii, bayram namazlarının kılınması için yapılmış ve aynı anda 12.000 kişinin namaz kılabileceği büyüklükte. Dikdörtgen şeklinde inşa edilen caminin avlusunu 208 sütun üzerinde duran 288 kubbe çevreliyor.

Buhara’nın en büyük medreselerinden birisi olan Kukeltaş Medresesi, Leb-i Havuz’a bakan şekilde iki katlı ve 160 adet hücreden meydana gelmiş. Buhara’nın merkezindeki en eski cami olan ve 12. yy.’da inşa edilen Mugak Attari camisindeki süslü tuğla duvarcılığındaki ustalık ve eski çini işlemeciliğindeki sanat, dikkat çekecek kadar güzel.

Timur’un torunlarından Uluğ Bey tarafından inşa edilen üç medreseden birisi olan Uluğ Bey Medresesi, orijinalinde dört kubbe ve köşelerinde dört minareye sahip. Girişinde yazan “Bilgiyi öğrenme arzusu, her Müslüman erkek ve kadın için bir görevdir ” sözü Uluğ Bey’in bilime verdiği önemi göstermesi açısından son derece dikkat çekici.

Uluğ Bey Medresesi ile birlikte bir mimari bütünlük oluşturan Abbulaziz Han Medresesi, Uluğ Bey Medresesi’nin tam karşısına, 17. yüzyılın yarısında, ortası avlu, etrafında hücreler ve iki katlı olarak inşa edilmiş. Dekor olarak da Uluğ Bey Medresesi’nden daha dikkat çekici.

Şu bir gerçek ki Buhara’da tarihi eserler kadar en çok dikkatimizi çeken eser, Nasreddin Hoca’nın heykeli oluyor. Nasreddin Hoca’yı onlar da en az bizim kadar seviyorlar.

Buhara’da gezilecek çok fazla tarihi eser var, hepsini bir seferde gezmeye zaman yetmez. Timur’un doğduğu şehir olan Şehrisebz’e (Yeşil Şehir) de uğruyoruz. 2700 yıllık bir tarihe sahip bu şehirdeki en önemli eser, şüphesiz ki bugün yalnızca görkemli giriş kapısının duvarları duran ve Timur tarafından yaptırılıp 17. yüzyılda Buharalı Abdullah Han tarafından yıktırılan Ak Saray. Şu anda sarayın önündeki geniş meydanda Timur’un büyük bir heykeli duruyor. Heykele yüzümüzü döndüğümüzde görüntüsü, Ak Saray’ın kapısının tam ortasına düşüyor.

Diğer önemli tarihi eser de Timur yaşarken kendisi tarafından yaptırılan türbesi. Yerin altında çok küçük bir alan içerisinde tek parça mermerden yapılmış bir lahitten meydana gelen son derece basit bir türbe. Merdivenlerle aşağı iniliyor. Sanki Timur’un mezarının bulunmasını önlemek maksadıyla gözlerden saklamak için yaptırılmış görüntüsü var. Ancak Timur buraya gömülmemiş. Türbesi Semerkant’ta bulunmakta. Buhara’ya gelip de şehir dışında bulunan Şah-ı Nakşibendi hazretlerinin ziyaret etmeden buradan ayrılmak olmaz. Buhara Emirlerinin yazlık sarayı Sitoraı-Mohi Hossa Sarayı da ayrı bir güzellik sergileyen eserlerden. Sonbaharın tüm güzelliklerinin buradaki bahçede sergilendiğine şahit oluyoruz.

TİMUR’UN TUTKUSU: SEMERKANT’TA BİR GÜN

İki günümüzü Buhara’da geçirdikten sonra Buhara şehri ile vedalaşıyoruz ve Temur Han Devletinin Başkenti olan Semerkant şehrine 284 km yolculuğumuz devam ediyor. Her sabah olduğu gibi otobüse biner binmez mikrofonu seyyah Aykut Hoca alıyor. Her gittiğimiz yerin özetini yaparak “Biz alperenleriz, bizim atlarımız daima nallı olmalı ve ahırda durmamalı. Atlarımızla koşmalıyız, yeni yeni hedeflere doğru sürmeliyiz. Siz siz olun, ayağınızda ayakkabı varken gezin!” tavsiyelerinde bulunuyor.

Semerkant şehrine 25 km kala Çelek köyünde bulunan ender bir mimari eseri, çinicilik sanatının şaheseri İmam Buhari Hz. türbesini ziyaret ediyoruz. BU ziyaretten sonra Uluğ Bey Rasathanesi’ne geçiyoruz. Önce heybetli heykelinin önünde toplu bir fotoğraf ve daha sonra rasathane müzesine geçiyoruz. Akşam yaklaşırken, Konigil köyünde bulunan Zarif Aka ipek kâğıt işleme atölyesini ziyaret ediyoruz. Atölyede dut ağacı kabuğundan kağıt üretimini izledikten sonra karanlık çökmeden önce Şah-ı Zinde türbeleri (nekropoli), Hz. Hızır camii ise dışarıdan görmekle yetiniyoruz.

Ertesi sabah Semerkant gezimiz sabah kahvaltısının ardından hemen sırasıyla Emir Timur türbesi, Registan meydanı (Uluğ Bey medresesi, Tillekari camii, Şirdor medresesi), Timur’un gözde eşi Bibi Hanım için inşa ettirdiği camii, ve türbesini ziyaret ediyoruz. Ardından Siyap pazarında alışverişle sona eriyor. Böylece 7 günlük gezimiz de son bulmuş oluyor.

Uçağa binmek için hava alanına doğru yol alıyoruz. Çok güzel bir organizasyonla gerçekleşen bu son gezimizin ardından Yahya Kemal Beyatlı’nın “Bir Türk’ün gönlünde dağ varsa; Balkan, nehir varsa; Tuna’dır” sözlerini hatırlarken, ben de bir Türk’ün gönlünde gezmek varsa; Orta Asya’nın, Türkistan’ı, İpek Yolu olmalı diyorum.

Bir başka gezide, ayrı bir diyarda buluşmak ümidiyle!

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL