Dergimizin geçen sayılarında saygıyla bahsettiğimiz Bulgaristan Türkleri için, Türklük için hayatlarını bahşeden kahramanlarımız başta Mahmut Necmettin Deliorman olmak üzere Osman Kılıç, Ahmet Cebeci, Dobrucalı Necdet Güçyener, Mehmet Türker gibi tanınmış..
Dergimizin geçen sayılarında saygıyla bahsettiğimiz Bulgaristan Türkleri için, Türklük için hayatlarını bahşeden kahramanlarımız başta Mahmut Necmettin Deliorman olmak üzere Osman Kılıç, Ahmet Cebeci, Dobrucalı Necdet Güçyener, Mehmet Türker gibi tanınmış kahramanlarımızın en başına 16 yılını hapishanelerde (özellikle bunun 6 yılını Belene ölüm kampında) geçiren bir özgürlük savaşçısı, ressam ve porselen seramik sanatçısı olan EMBİYA ÇAVUŞ ağabeyimizi koymamız gerekir.
Embiya Çavuş, Şumnu’nun Mahmuzlar köyünde 1926 yılında doğmuştur. 1934- 1941 yılları arasında Medrese eğitimi almıştır. Okulda resme merak sarmış ve amatör olarak çalışmaya başlamıştır. Türklükle ilgili konuları işlediği için Ermeni asıllı okul müdürünün hışmına uğrayarak ilelebet Bulgaristan eğitim sisteminden mahrum bırakılmıştır. 1945 yılında Şumnu’daki Nüvvap Okulu’na başladığında Türk okulları kapatıldı.
Bu yıllarda Türkiye tarafından da tescil edilen “Bulgaristan Türklerinin Varlığını, Benliğini Koruma Teşkilatını” kurmuştur. 1947 yılında Türkiye adına askerî istihbarat ya- parken yaralı olarak yakalanmış. Varna’da işkenceden geçirilerek, teşkilat kurmaktan, casusluktan, Tito ve Georgi Dimitrov’a suikast girişiminde bulunmaktan ölüm cezasına çarptırılmıştır. 1949 – 1956 yılları arasında ağırlaştırılmış hapis cezasıyla ünlü Belene ölüm kampında kalmıştır.
Batı dünyasının baskısı sonucu komünist rejim Belene gibi birçok hapishaneleri kapatmak mecburiyetinde kalınca, Embiya Çavuş önce Plevne’ye, daha sonra da Sofya’ya nakledilmiş ve 1963’te umumi aftan yararlanarak serbest bırakılmıştır. Yenipazar porselen fabrikasında çalışmaya başlayan Embiya Çavuş, burada porselen ve resim sanatı üzerinde titizlikle çalışarak bu meziyetlerini geliştirmiştir. Eserleri Almanya, İngiltere, Finlandiya ve SSCB’de sergilenmiştir. 1974’te Polonya’ya, 1976 ve 1977 yıllarında SSCB’ne sergi için dâvet edilmiştir.
“Ne zaman Tuna’yı hatırlasam kıratın nal seslerini duyarım. Ne zaman Tuna’yı görsem kıratın toz dumanı görünür ufuklarda. Koynunda padişah fermanı taşıyan ulak Tuna boylarında at koşturur.”
1976 yılında yapılan bu tablo bir Türk işçisinin yardımıyla Bulgaristan’dan Türkiye’ye kaçırılmıştır. Tuval üzerine yağlı boya (50 / 80) / 1979 yılında çok arzu ettiği Anavatan Türkiye’ye mübadele sonucu kavuşmuştur. Kısa bir süre Dışişleri Bakanlığında çalıştıktan sonra İzmir’de kızının yanında yaşamaya başlamıştır. Yaşının ilerlemiş olmasına rağmen orada yaşamaya devam etmekte ve anılarını yazmaktadır.
1985-1999 yılları arasında göçmen derneklerinde faal olarak görev almıştır. Ayrıca ABD’de Balkan Ülkeleri İnsan Hakları Konseyi üyeliği, Amerikan İnsan Hakları üyesi, New York Bulgaristan Türkleri derneği üyeliği görevlerinde bulunmuştur. Yirmi bir yıl içinde Amerika’da, Kanada’da ve Birleşmiş Milletler bünyesinde 106 resim sergisi açmıştır. Kendi yazıp resmettiği ‘Yaşadıklarımız Bir Daha Yaşanmasın’ kitabı (Let What We Live Not to be Repeated) İngilizce ve Türkçe yayınlanmıştır
Embiya Çavuş maalesef Türkiye’de büyük hayal kırıklığına uğradığı bir olay yaşamıştır. Nisan 2009’da Çukurova Üniversitesi’nde Bulgaristan Türklerinin yaşadığı gerçekleri yorumlayan “İnsanlığa Çağrı” adlı resim sergisini açmıştır. Sergi bir gün 15- 20 kişilik bir grup tarafından taş ve sopalarla basılmıştır. Saldırgan grup ve sergiyi gezen öğrenciler arasında çıkan kavgada altı öğrenci yaralanmış ve bazı resimler parçalanmıştır.
Saldırgan grup ressamın yanına gelerek “Biz PKK’lıyız, komünistiz. Bu sergi bize hakarettir. Sergiyi kapat, yoksa seni de yakarız, resimlerini de!” Halbuki Embiya Çavuş dünyanın her yerinde açtığı sergilerde hiçbir tehditle karşılaşmamıştır ve o yüzden büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştır.
Serginin insanın insanlığa yaptığı işkenceyi anlattığını söyleyen ressam, güvenlik önlemleri almayan üniversite yönetimini kınamıştır. Onun hakkında bir diğer kahramanımız, dava arkadaşı Ahmet Şerif Şerefli şöyle diyor: “Davasıyla, sanatıyla milli çizgide adımlayan bir mücahit ressam. Onu yoğuran da çeliğine su veren de Türklük uğruna verdiği mücadelesidir. Yaşamını Türk dünyasına, varlığına adamış ve darağacından kurtulmuş bir kardeşimizdir. Ona hiçbir zulüm baş eğdirememiştir.”
Hayatının büyük kısmını acı hatıralar içinde geçirmiş bu özgürlük savaşçısı, ressam, seramik ve porselen süsleme ustası her şeyden önce bir İNSAN olarak, Bulgaristan Türkleri arasında yetişmiş çok önemli bir şahıs olarak nitelendirmeliyiz. Hepimiz, hele de biz göçmenler onun geçmişte yaşanan insan hakları ihlallerinin bir daha tekrarlanmaması için verdiği dramatik savaşı unutmamalıyız. Yaşlılıktan dolayı yakalandığı hastalıktan kurtulup, sağlık, sağlamlık ve kendisine daha nice uzun ömürler diliyoruz. Bir röportajda Embiya Ulusoy’un söylediği şu cümleler çok anlamlıdır:
“Tarih bir milletin hafızasıdır. Hafızasını kaybeden milletler yok olmaya mahkumdurlar. Bu gerçek özellikle Türk milleti için çok büyük anlam taşımaktadır. Çünkü dünyaya adalet, huzur, güven dağıtmış bir milletin tarihi, zayıf düştüğü anlarda kendine uygulanan zulümlerle, soykırımlarla karşılaşmıştır. Bulgaristan Türklerinin yaşadığı Belene kâbusu bunlardan sadece bir tanesidir.” Onun “Bulgaristan’da Türk Olmak” kitabından aldığım şu cümleleri de çok dikkate değer buluyorum:
“Siz vatan hasretini bilir mi siniz?
Gurur ve yaşam kaynağıdır. Buram buram yuvarlanan bir ateş gibi yakar insanın içini. Anavatandan uzak. Balkanlarda Türk olmak ateşten gömlektir. 500 yıllık Osmanlı hakimiyetinin bedelini ödersin onur kırıcı işkenceler çekerek Bulgar’dan. İnsanlığa, Türk dünyasına karşı yapılan barbarlıkları görmezden gelemezdim. Gelecek nesillere uyarı ve ibret olsun diye 20’ci yüz yılın kronolojisini, gerçeğini çizdim. Şimdi yarım asır sonra soruyorum ‘Zaman tüneli miydi, yoksa kâbus muydu belleğimde oluşan hatıralar.
Prizrenli Şair Etem Baymak da şu dizeleri ithaf etmiş kahramanımıza: (kısaltarak)
“Biri var oralarda. Bir var bizi bir kılan.
Biri var öze öz katan. O bir RESSAMDIR.
Mangal yüreğiyle, Çileli fırçasıyla,
Rumeli yazgısıyla, Renk cümbüşüyle,
Barışçıl mesajıyla, Biri var bilirim
O bir insandır. İNSAN…
Mustafa Üstündağ
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)